karlı bir günde yârdan ayrılmak

 

Tüm yurtta kar beklenen bir cumartesi sabahında şehrin yüksek bir tepesinde hiç beklenmedik bir anda kar değil de yâr gelince meteorolojiye sitemkâr bir tavır takınıp bir diğer beyaz olan kefenime bir an önce kavuşmak için sessizce dualar etmeye başladım. Yüzüne sarkan sarı saçlarının üzerine kar tanelerinin düşmeye başladığını görmeye başlayınca şehrin canı cehenneme diyerek bu eşsiz manzarayı seyretmeye başladım. Kar taneleri yârimin saçlarını usul usul süslerken bu tablo karşısında ölmekten başka ne düşleyebilirdim ki? Yârim mi? Bilmiyorum.

Henüz beni fark etmediğinden ötürü bu kadar rahatım. Yaklaştığı vakit olduğum yerde bir anda yanıp kül olmak kaygısıyla bir kez olsun ona bakamadığımdan biraz daha beni fark edememesini diliyorum. Bu küçük temenninin ömür boyu olmasını ise hiç istememiştim aslında ama demek ki yanlış bir şey yaptık.

Bu soğuk havada tenha olacağını düşünerek bitmek bilmeyen kâbuslarımı yüksekten şehre bırakmak kaydıyla azaltmak istediğimden dolayı buraya gelmiştim ve aslında düşündüğüm gibiydi. Üşümüyordum. Yüksekti ve soğuktu fakat üşümüyordum. Aşkın ateşiyle içim yanıyordu. Bitmek bilmeyen geceler, söylenemeyen cümleler, pişmanlıklar, perişanlıklar, her an şiddetle hücum eden ölmek hissi ve dahası… Aslında onu görmek gibi bir düşüncem yoktu. Vardı. Yoktu. Hem vardı hem yoktu. İşin doğrusu onu gördüğüm ilk andan beri adım attığım her yerde ona rastlamak ümidini taşıyorum içimde. Böyle çocukça bir istekle dolanıyorum şehrin kalabalıkları arasında. Biraz sonra şu köşeden fırlayacak ve tebessümüyle şehrin tüm kasvetini, şehrin canı cehenneme benim tüm yorgunluğumu dağıtacak diyorum. Ama yine de bugün ona rastlamayı tahayyül edememiştim.

Beni fark ettikten sonra üşüdüğü her halinden belli bir şekilde, kollarını birleştirmiş ve parmaklarının ucuna basarak, titreyerek hızlı adımlarla yanıma geldi. Merhabalaştık. Beni gördüğüne şaşırmıştı. Ben de onu gördüğümde şaşırmış gibi yaptım. Bir an olsun aklımdan çıkmadığını ona söyleyemezdim. Tek yan yana karemiz o olduğundan ötürü dost meclisinde çekildiğimiz bir fotoğrafı çerçeveletip odama astığımı ve her gün hülyalara daldığımı ona söyleyemezdim.

Üşüdüğünü görünce klişe sahnelerde olduğu gibi üzerimdekini çıkarıp vermeyi teklif ettim ve kabul etti. Sevindim. Onu incitecek her şeyden nefret ediyordum. Elimde olsa onu bir fanusla çerçevelerdim. Etrafta tek tük insan vardı. Masaya oturduk ve çay söyledik. Her zamanki gibi aykırı gözükmemek ve bana eşlik etmek için çay dışında her şeye benzeyen çok açık bir şey içiyordu. Ben ise acıları ince belli bir bardağa yüklemek istercesine zift gibi, içi karartan bir şey içiyordum. Hayatımız da tam tamına bu kadar zıttı esasında fakat aşk denilen illet insanı en olmaz hayaller kurmaya itiyordu. Hayatımdaki en mutlu anlarımda, sonrasında ondan ayrılmak ve aslında asla bir olamayacağımızı bilmenin acısıyla kahrolmak bile olsa, hep o vardı. Şu an da çok mutluydum. Bir müddet o şehri seyretti, ben onu. Yüzünü çevirdiği an bu sefer ben ölü taklidine büründüm. Havadan sudan bir şeyler konuştuk. Güncel siyasetten anlamazdı ki zaten ben de anlasam da sevmezdim. Futbol konuşacak da değildik ya. Onun meselelerinden de ben anlamazdım. Fakat sohbetimiz her seferinde öyle bir ilerlerdi ki ortak bir paydada buluşmayı başarırdık ve dakikalarca sürer giderdi. Aslında çok nadir görüştüğümüz söylenemez, birlikte çok keyifli zaman geçiriyorduk ama hislerimden bihaberdi.

Her şeyin az sonra biteceğinden habersizdim. Ben hiç araştırma gereği duymamıştım, o da bahsetmek ihtiyacı görmemiş olacaktı ki hayatında bir başkası olduğunu bilmiyordum. Bugün de buraya o adamla buluşmak için gelmişti. Birisi aradı, kalktı, el salladı, sarıldılar. Benim kalbim o gün öldü. O tepenin tam ortasına gömüldü. Yarım bıraktığım çayım da umarsız bir garson tarafından üzerime döküldü.

Sonra yalandan bir telefonla hemen oradan uzaklaştım. Telaşlı bir şekilde konuşuyor gibi yaptım ve sorularına cevap vermemek ve özellikle de onları öyle görmemek, gönlünün sahibi olan o adamla karşılaşmamak için acilen uzaklaştım.

Kulaklığımı taktım ve zaten hiçbir zaman mutlu şarkıların kendine yer edinemediği listemden en ağır parçaları seçip yıkılmış bir vaziyette evime doğru yürümeye başladım. Kar şiddetini arttırdı. Hırkam onda kalmıştı ve şehrin sokaklarında üzerimdeki incecik şeyle yürürken muhtemelen herkes bir meczup olduğumu düşünüyordu. Lakin bilmiyorlardı, deli değildim, aşıktım ve gönlüm kırılmıştı.

O gün telefonu kapattım ve akşama kadar pencerenin önüne oturup yağan karı seyrettim.

O gün her şey bitti. O günden sonra bu şehre bir daha kar yağmadı.