ben en çok hüznü seviyorum.

ben en çok hüznü seviyorum. 

Dışarıda sanki kıyamet havası var. Aslında havadan ziyade insanları kast ediyorum. Yoksa benim hiçbir problemim yok. Ben, üzeri bir şemsiye ile kapanmış vaziyette dolanıyorum sokakları. Senin sevgin üzerime konuyor ve hiçbir şey hissetmiyorum. Yağmurlar – ki zaten rahmettir haşa kaçılmaz – o kadar güzel düşüyor ki tane tane üzerime, iliklerime kadar ıslanırken her zerremde seni hissediyorum.

Sensiz olanlara acıyorum. Sen değilsin kasıt. Sen benim içinsin. Bir sen’i olmayanları kast ediyorum. Henüz ikileşemeyenleri. Ben de iki değilim aslında, çünkü sen bihabersin hâlâ. Ben yarımım henüz. Belki bir gün seninle tam olurum umuduyla yürüyorum sokakları. İnsanlar koşar adım binaların altlarına sığınıyorlar. Rahmetin yerini azap almış gibi, gökten taş yağıyormuşçasına, helak oluyormuşçasına oradan oraya kaçışıyorlar. Ben rahmete açıyorum kollarımı ve zihnim hiç olmadığı kadar berrak. Ne kadar hüzünle yoğurulmuş olsa da berrak, temiz, pak.

Yağmur yağıyor ve puslu bir hava hakim. Bulutlar kararmış, güneş sızmıyor pencerelerden karanlık evlerin duvarlarına. Bu pus, bu sis, bu karanlıktır beni bana kavuşturan. Ben en çok böyle havaları seviyorum. Bu pesimist hava, beni hüzne daha da yaklaştırıyor. Karamsarlığımı perçinliyor en güçlü şekilde. Ben en çok bu havaları seviyorum. Ben’i bulmama en çok böyle havalar yardım ediyor. Güneşli havalarda şu an kaçışan insanlar gibi sığınıyorum mağaralarıma.

Gök boşanırken şehrin üzerine, sırılsıklam bedenimin her uzvundan günahlarımın döküldüğünü hissediyorum. Hisler yanlıştır, belki de temennidir sadece, aciz bir kulun yüzünde kaybolan avuçlarındaki kısık seslerdir. Ama rahmettir bu. İnsan beklemeden edemiyor temizlenişi.

Beni mutlu eden şeylere alerjim gelişti zamanla. O yüzden karamsarlığa, karanlığa, siyaha, melankoliye sürükleyen ne varsa hepsine aşık oldum zamanla. Çünkü her tebessümüm beni benden uzaklaştırıyor. Fark ettim ki yüzümün her gülüşünde kalbimde bir siyah nokta daha beliriyor. Var olan zaten her yeri esir alacak yakında. Ondandır ki nefret ediyorum gülüşlerden. Dünyanın bu karmaşasında ölçüyü kaçırmaktan korkuyorum ki çok zaman kaçırıyorum. Ölçü belliydi oysa: ağız dolusu olmayacak! Yükselmeyecek sesler yarınlar yokmuşçasına! Çünkü kainatın en güzeliydi örnek, ve o bir kez olsun böyle gülmedi. Benim, senin, bizim ne haddimize? Bazı zamanlar bu ölçünün hikmetini öylesine hissediyorum ki! Ağız dolusu haykırışlarla kendinden uzaklaştığın sabahlardan sonra geceleri donuk bir tavanı pişmanlıkla seyrederken buluyorum kendimi. “O olmayacaktı! Bir kez oldu mu gevşedi yaylar, olmuyor, dikiş tutmuyor, dur! Siyah nokta büyüyor…” Mutlulukların bedelini ödemek gerekiyor. Yoksa mizanda neyleriz?

İşte bundandır. Bu sebeplerdendir insanlardan kaçışım. Yanlışlıkla gülüp uhrevi bir yalnızlığa sürüklenmekten korktuğumdan acizane kaçışım.

Ben en çok hüznü seviyorum. Hüznü sevmeyene de aşina değilim. Hüznüne aşık bir dilenciyim, melankolide boğuluyorum günler boyu.

Ben en çok hüzne mecburum. Kaybetmemek için kendimi bu kaypak dünyanın dişlileri arasında. Bu lanet düzenin bir parçası olmamak için hüzünle yoğuruyorum kendimi.

Ben en çok puslu havaları seviyorum.

Ben en çok rahmeti seviyorum azaptan korkarak.

Ben en çok,

Ben en çok...

Ben!

Söylemeyeceğim dilimin ucundaki her ne ise!

Murat Adatepe